KURUMSAL
SON DUYURULAR

Vefatının 72. Yılında Şiirleri, Fıkraları, Eserleri ve Bilinmeyen Yönleriyle Neyzen Tevfik Kolaylı
29 Ocak 2025“Türk-Macar Dostluğunda Gül Baba’nın Yeri ve Önemi” Başlıklı Konferans Budapeşte'de Gerçekleştirildi
13 Kasım 2024
Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığına Yapılan Eleştirilere Dair Basın Açıklaması
19 Mayıs 2024
Balım Sultan Bektaşilik Araştırmaları Derneği Kuruldu.
23 Nisan 2024
H. Dursun Gümüşoğlu
Özet
Bu çalışmada, Sadık Abdal Divanı ele alınmaktadır. Sadık Abdal Divanı, Konya Bölge Yazmalar Müdürlüğü’nde 894-35.1 numarada kayıtlıdır. Sadık Abdal Divanı’nın şu ana kadar ulaşılabilen tek nüshası Rüstem Abdal tarafından Hicrî 1155 - Milâdî 1742 tarihinde istinsah edilmiştir. Sadık Abdal, Seyyid Ali Sultan ile on üç yaşında tanışmış ve yirmi bir yaşında nasip almış Bektaşilik yoluna girmiştir. Sadık Abdal’ın hayatına ilişkin bilgiler, Divanı‘nda kendisi tarafından verilmiştir. Sadık Abdal Divanında XV. yüzyılın başında Bektaşilik anlayışı, Seyyid Ali Sultan hakkındaki verdiği bilgilerle birlikte, şiirlerinde On iki İmamlar, Hazreti Muhammed, Hazreti Ali, Hacı Bektaş Veli, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, çağdaşı Otman Baba, Kara Baba ve isimleri sayılan pirlerin kerametlerini aktarmaktadır. Sadık Abdal’a yakın dönemde yaşayan Balım Sultan’ın ismi Divan’da geçmemektedir. Sonuç olarak bu çalışmada Bektaşi ariflerinin yüzyıllar içinde aynı irfâni geleneği sürdürdüklerini, özü itibarı ile değişmediğini, Sadık Abdal Divanı örneğiyle ortaya konulmuştur. Sadık Abdal Divanında isimleri anılan velilerin isimleri hakkında bilgi verilmekte ve erenlerin birden fazla isimlerinin oluşuna dair izah yapılmaktadır. Kara Baba, Hızır Baba, Otman Baba, Hüsam Gani Şah, Seyyid Ali, Kızıl Dedi vb. isimlerin kimler tarafından verildiği ve ne anlama geldiği hakkında ayrıntılı bilgi verilmektedir. İsimleri sayılan velilerin bağlı bulundukları pirlerinin isimleri açıkça verildikten sonra Seyyid Ali Sultan’a gelerek hizmet ettikleri ve erkân gördükleri de yine verilen bilgiler arasında yer almaktadır. Bu da Seyyid Ali Sultan ve Dergâhının mürşit ocağı olarak diğer pirlerin bağlı bulunduğu ocak olarak hizmet gördüğü anlamına gelmektedir.
Anahtar Kelimeler: Sadık Abdal, Seyyid Ali Sultan, Kızıl Deli, Bektaşilik.
Giriş
Hacı Bektaş Veli ardıllarının Balkanlara ikinci seferi XIV. yüzyılda gerçekleşmiştir. Balkanlar’a fetih ve iskân etrafında bir dizi faaliyet
ile yerleşen dervişler, kurdukları tekke ve zaviyeler etrafında etkili olmuşlardır. Hacı Bektaş Veli’nin erkânını uyguladıkları için de Balkanlarda Bektaşiliğin yeri oldukça önemlidir. Bektaşi kaynaklarında Seyyid Ali Sultan Rumeli’nin gözcüsü olarak geçmekte ve diğer adıyla Kızıl Deli Sultan olarak da anılmaktadır. Hacı Bektaş Veli ile başlayan erkânın Balkanlarda uygulayıcısı olarak Seyyid Ali Sultan Kızıl Deli Sultan ismi en ön sıralarda anılmaktadır. Orhan Gazi’nin emriyle Balkanlar’a Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa’ya katılarak Rumeli fetihlerine katılmışlardır (Taşğın & Taşğın, 2023, ss. 1-22).
I. Murad zamanında Gazi Evrenos Bey’le beraber Keşan, İpsala, Edirne ve Dimetoka gibi yöre illerinin fetihlerinde görev almıştır. Ordunun başına Gazi Evrenos’u tayin ederek Dimetoka yakınlarında bulunan Kızıl Deli deresinin kenarına yerleşerek tekkesini inşa etmiştir.Aradan yaklaşık yedi yüz yıl geçmesine rağmen Kızıl Deli’nin yaydığı Bektaşilik inancının izleri günümüze kadar aralıksız olarak devam etmektedir. Onun hakkında yapılmış pek çok çalışma olduğu bilinmektedir (Yıldırım, 2007, ss. 25-29).
Seyyid Ali Sultan nâm-ı diğer Kızıl Deli Sultan türbesi, Yunanistan, Dimetoka şehri sınırları içinde kalan Ruşenler Köyü’ne yaklaşık 2
kilometre mesafede bulunmaktadır. Seyyid Ali Sultan’ın 1310 yılları civarında doğduğunu, 1412 ilâ 1420 tarihleri arasında vefat ettiğini tahmin etmekteyiz (Yıldırım, 2007, ss. 156-158). Hacı Bektaş Veli’nin en önemli halifelerinden birisidir. Bektaşi menakıpnamelerinin ve sözlü gelenekten edindiğimiz bilgilere göre, Orhan Bey’in emriyle Çanakkale’ye geçerek Rumeli fethini gerçekleştirmiş alperenlerdendir. Fetihlerden sonra 1397 yılında Dimetoka’da dergâh yaptırmış canlar uyandırmıştır. Orada Hakk’a yürümüş ve bu dergâhta sırlanmıştır. Kendisi Kızıl Deli lâkabıyla da anılmaktadır (Noyan, 1987, s. 504). Bektaşi tekkelerinin II. Mahmut
tarafından 1826 yılında kapatılmasına kadar varlığını sürdürmüş halife dergâhlarından birisidir ve sayısız derviş ve baba yetiştirmiştir.
1. Sadık Abdal Divanı Işığında Sadık Abdal’ın Yaşamı ve Bektaşilik Algısı
Sadık Abdal hakkındaki bilgilerin önemli bir kısmını divanında yazdığı şiirlerden edinmekteyiz. Sadık Abdal Divanı’nın şu ana kadar ulaşılabilen tek nüshası Rüstem Abdal tarafından hicrî 1155 - milâdî 1742 tarihinde istinsah edilmiştir. Dönemin bakış açısına, inanç algılarına, değer yargılarına yazdığı şiirlerin satır aralarından ulaşmaktayız.
Sadık Abdal’ın ilk defa on üç yaşında tesadüfen dergâhın yakınından geçtiğini, orada sohbet eden dervişlerden Derviş Mehmed’in sözlerinden çok etkilendiğini, yirmi iki yaşında ise Seyyid Ali Sultan’dan nasip aldığını (Gümüşoğlu, 2019, s. 13), ilk defa Hakk’ın lütfuyla yirmi dört yaşında şiirler yazdığını divanında kendisi bildirmektedir (Gümüşoğlu, 2019, s. 13).
Şairin doğum ve ölüm tarihi bilinmemekle beraber, mürşidi olan Seyyid Ali Sultan’ın 1412 yıllarında vefat ettiği ulaştığımız bilgiler
arasındadır. Sadık Abdal’ın da yirmi iki yaşında Bektaşî tarikatına intisap ettiği şiirinden öğrenildiğine göre, 1380-1390 yıllarında doğmuş olması gerekir. Evli olup olmadığı ve ailesiyle ilgili bilgi eserde bulunmamaktadır.
Şiirlerinde On iki İmamlardan, Hazret-i Muhammed’den, Hazret-i Ali’den, Hacı Bektaş Veli’den, Abdal Musa’dan, Kaygusuz Abdal’dan, ayrıca çağdaşı olan Otman Baba’dan ve onların kerametlerinden, eserlerinden saygı ile bahsetmesine rağmen, 1516 yılında vefat etmiş olan Balım Sultan’dan hiç bahsetmediği gibi (Koca, 1999, s. 39), Akyazılı Sultan’dan, Yeminî’den, Demir Baba’dan, Hatayî’den, Pir Sultan Abdal’dan da bahsetmemesi kendisinin en fazla 1460 yılına kadar yaşamış olduğunu düşündürmektedir
2. Sadık Abdal Divanı’nın Kaynağı, Dil Yapısı, Şiirlerindeki Yöntem
Sadık Abdal Divanı, Konya Bölge Yazmalar Müdürlüğü’nde 894-35.1 numarada kayıtlıdır. Eserin şu ana kadar ulaşılmış tek nüshası
budur. Diğer kütüphanelerde de “Dîvân-ı Sâdık” isimli yazmalar varsa da bunların başka şairlere, XVIII. ve XIX. yüzyıllara ait eserler olduğu tespit edilmiştir.
Sadık Abdal’ın şiirlerinde Arapça ve Farsça kelimeleri, tamlamaları, ayetleri, hadisleri, hadis-i kutsileri sıklıkla kullanmasından yola çıkarak Kızıl Deli Sultan Dergâhı’nda oldukça iyi bir eğitimden geçtiği veya kültürlü bir aileden geldiği sonucuna varıyoruz. Ayrıca şiirlerin baş tarafına hangi aruz kalıbının kullanıldığı ve konusunun ne olduğu Farsça olarak belirtilmiştir. Okuyucuya kolaylık sağlaması açısından konulmuş bu açıklamaların Rüstem Abdal’a ait olduğunu tahmin etmekteyiz. Şiirlerinde kafiyeler “elif” ile başlayıp “y” ile bitecek şekilde sıralanmıştır.
Sadık Abdal Divanı’nda Kızıl Deli Ocağı müntesipleri tarafından özel bir önem verilen, meydanevlerinde temsili makamına oldukça saygılı davranılan Kara Baba’nın ismi de geçmektedir. Kara Baba’nın asıl adının Hızır Baba olduğu, Otman Baba’dan nasip aldığı, Kızıl Deli Tekkesinden erkân gördüğü, Akdeniz yakınında Taşlık Mevkii’nde yerleştiği bildirilmektedir (Gümüşoğlu, 2019, s. 23). Burası şu anda Edirne’nin Meriç İlçesi’nin, Nasuh Bey Köyü’dür, türbe üzerindeki mezar taşında Hızır Baba’ya ait olduğunu belirten, fakat tarihi olmayan Osmanlıca bir yazı bulunmaktadır.1
16 Velîlerden sakın sen olma gâfil
Olardır âleme lütf ıssı vâhib
17 Velîler cümlesi Hak’dır muhakkak
Cihânda hâzır u nâzır u gâlib
18 Cihâna ser-be-ser sultân idi
Bil Hüsâm Şâh ol kutb-ı gâlib
19 Elinde zerre idi san cihân hem
Kamuya azl ü nasb-ı hükm-i sâhib
20 Dahi mahlas didiler ana Otman
Anın sen bâtın ismin anla tâlib [5b]
21 Ki ârifler didiler bil Ganî Şâh
Ganîdir bî-zevâl ol kutb-ı gâlib
22 Adedsiz bî-hezâr-ı âdemi ol
Tarîkinde idüp irşâd o vâhib
23 Misâli yoğ idi cümle cihânda
Cemâl-i rûy-veş rûşen ü vâhib
24 Ser-â-pâ nûr idi ol şâh-ı zü’n-nûr
Hakk’ı buldı erişen ana tâlib
25 Anın sırrı idi HIZIR Baba bil
Ki kendüsi idi ol şâh-ı gâlib
26 Kara Baba ana mahlas didiler
Ki bâtın ol ganî şâh idi vâhib
27 Serinde tâc-ı Bektaşî idi hem
Tamâm ol nûr idi hem kevne sâhib
28 Gelüp Kızıl Deli Tekkesi’ne ol
Tamâm erkân idüp icrâ esâlib
29 Ki sofra hem çerâğ istedi ol şâh
Dil ü cândan virildi ana vâhib
30 Olup meskûn kenâr-ı Akdeniz’de
Ki ol Taşlık Köyü kurbunda sâ’ib
31 Eyâ Sâdık rehinde cân viren er
Na’îm-i lutfuna irdi o tâlib
32 Mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’î
Mü’ebbed saltanat buldı o râgıb [6a]. (Gümüşoğlu, 2019, ss. 69-71)
Sadık Abdal döneminde dahi Kızıl Deli Dergâhı’nın halife makamı veya halife makamı seviyesinde görüldüğü, bu nedenle Hızır Baba’nın buradan halifelik aldığı sonucuna varıyoruz. Hâlbuki divandaki bir şiirde Hızır Baba’nın, Otman Baba’nın sırrı olduğu bildirilmektedir. Fakat bu kendisine yetmemiş olmalı ki, Kızıl Deli Dergâhı’ndan ayrıca erkân görmek ihtiyacı hissettiğini, sonra tekkesini açmak üzere ayrıldığını tespit ediyoruz.
Kara Hızır Baba’dan bahsederken başında Bektaşî tacı vardı (Gümüşoğlu, 2019, s. 23) sözü ile o yüzyıllarda da Bektaşîlerin
diğerlerinden ayırt edilmesi için farklı bir taç taktıkları anlaşılmaktadır. Seyyid Ali Sultan Dergâhına yaptığımız ziyarette mezar taşlarının büyük ısmının Hüseynî taçlı olduğu ve çoğunda “baba, derviş”, sözünün haricinde “seyyid” ibaresi bulunmaktadır. Buradan da seyyid soylu pek çok insanın bu dergâhta hizmet ettiği sonucuna varıyoruz.
Sonuç olarak belgeler ve çevirdiğimiz eser Seyyid Ali Sultan’ın, Hacı Bektaş Veli’nin akrabası ve Hacı Bektaş Veli’nin Balkanlar’daki en önemli temsilcilerinden biri olduğunu göstermektedir. Kendi adına kurduğu dergâhta çok önemli babalar ve şairler yetişmiştir. Tekke bu bakımdan döneminin çok önemli bir ilim merkezi durumundadır. Balım Sultan, Vahdetî Dede, Seyyid Mustafa Dede, Kara Ali Dede, Abdullah Baba, Gurbi gibi pek çok şair ve baba buradan yetişmiş başka yerlerde dergâhlar açmıştır (Noyan, 2022, s. 46).
3. Sadık Abdal Divanı’ndaki Bazı Ayrıntılar
Sadettin Nüzhet Ergun’un da tespit ettiği gibi Sadık Abdal’ın şiirlerinde Vîrânî’dekine benzer Hurufi ögelerine rastlanmamakla birlikte,
divanında bulunan toplam şiir altmışaltı adettir ve kendisinin altmış altı günde yazmış olduğunu bildirmesi (Gümüşoğlu, 2019, s. 13) ebced ve Hurufilik hakkında bilgisi olduğunu düşündürmektedir.2 Daha sonra başka şiir yazıp yazmadığı ile ilgili bilgiye ulaşamıyoruz. Divanı genellikle nasihat içeriklidir. Şiirlerinde bazen kendisine, bazen de karşısındakine nasihat etmektedir. Velîlerin kimden irşat olduğunu, dolayısıyla kimin sırrı olduğunu şiirlerinde anlatmıştır. Hazret-i Ali’nin yüceltilmesi bugünkü Bektaşiliğin anladığı şekli ile Şâh-ı Merdân olduğu ve ondan sonra gelenlerin Hazreti Ali’nin sırlarını taşıdığını, Kızıl Deli’nin ise bu manevi zincirin bir halkası olduğunu bildirmektedir. Hazreti Ali’ye bâkî saltanatın verildiğini, kutbiyet emanetinin ise Kızıl Deli’ye geçtiğini, bu sayede Rumeli’de pek çok mucizelerin görüldüğünü bildirmektedir.
Metinde “baba, derviş, âşık, muhib” sözleri bulunurken, “halifebaba, dedebaba” sözleri geçmediği gibi sadece “dede” sözcüğüne de
rastlanmamaktadır. Halifebabalık ve dedebabalık kurumu Balım Sultan tarafından oluşturulduğu ve Sadık Abdal o döneme yetişmediği için dedebaba veya halifebaba sıfatlarına şiirlerinde yer vermemiş olduğunu düşünüyoruz. Bu da eserin istinsah sırasında aslına uygun yapıldığının somut delili olduğu kanaatindeyiz. Günümüzde de aynı canlılığını koruyan, Bektaşiliğin mertebeleri olan âşıklık, muhiplik, dervişlik, babalık sözlerinin o gün de bugünkü anlam çerçevesinde kullanılmakta olduğu şiirlerinden yola çıkarak tespit etmekteyiz.
Bektaşî çevrelerindeki genel kanaat ise, Balım Sultan’ın Hacı Bektaş Veli yolunu değiştirmediği, aksine bozulmaya doğru gidiş olmaması için kayıt altına alıp daha sistemli hale getirdiği, erkânnâme oluşturarak gelecek nesillere sağlıklı ulaşmasına sebep olduğu yönündedir. Ayrıca, Bektaşiliğin Balım Sultan’dan itibaren tarikatlaştığı söylenirse de Sadık Abdal şiirlerinin büyük kısmında Bektaşiliği tarikat olarak ifade etmektedir. Dergâhtaki dervişlerin nefis mertebelerini geçtiğinden, yüceldiğinden sıklıkla bahseder. Dünya nimetlerinin kölesi olunmaması gerektiği her fırsatta ifade edilerek bir sûfî Bektaşilik anlayışı ve yaşam tarzı anlatılmaktadır. Bu durum karşısında burada yetişen dervişlerin iyi eğitim aldıkları sonucuna varıyoruz.
Sadık Abdal’ın zahit dediği kaba sofuları eleştirmekten çekinmediği, onların kâmil insanların önünde bir engel olduğunu sıklıkla söylediği görülmektedir.
Bu çalışmamızda Seyyid Ali Sultan ve Hacı Bektaş Velâyetnamesinde geçen bütün hikâyelerin, Makâlât’ta bulunan tüm düşüncelerin şiirsel anlatımları eserde görülecektir.
Ayrıca, Seyyid Ali Sultan Dergâhında Kara Baba’ya çerağ, sofra, taç verildiği bildirilmektedir (Gümüşoğlu, 2019, s. 25). Bu erkânın bir
benzerini Hacı Bektaş Veli’nin uyguladığını görüyoruz.
Sadık Abdal, divanında Hacı Bektaş Veli’nin “Makâlât” adlı eserine övgüde bulunmakta, bu eser içinde geçen bütün öğeleri şiirsel olarak anlatmaktadır (Gümüşoğlu, 2019, s. 28). Makâlât’ın şu ana kadar ulaşılmış en eski nüshasının 1409 yılına ait olduğu bilinmektedir (Yılmaz, 2007, s. 22)
Pîrimizin ol Makâlât’ı yeter
Çâm-ı çem mirât-ı âlem bî-hicâb. (Gümüşoğlu, 2019, s. 28)
Bütün Bektaşî şairlerinin divanlarındaki şiirlerinde, Hazret-i Hüseyin övülmekteyken Yezid’e de lânet edilmektedir. Sadık Abdal ise,
lânet etmeyenin hayvandan dahi beter olduğunu vurgulanmaktadır (Gümüşoğlu, 2019, s. 28).
Seyyid Ali Sultan Velayetnamesinde bahsedilen Rumeli’nin fethi, tahta kılıcı, kuru yerden su çıkartması konuları işlendiği gibi Hacı
Bektaş Veli’nin akrabası olduğu bildirilmektedir (Gümüşoğlu, 2019, s. 28). Buradan yola çıkılarak Bektaşîler ve pek çok yazar tarafından kabul edilen Hacı Bektaş Veli’nin evlenmediği, mücerret yaşadığı konusu teyit edilmektedir.
4. Bektaşi Ariflerinin Farklı Yüzyıllardaki Tevhid Anlayışlarına Birkaç Örnek
Sadık Abdal Divanı dikkatle incelendiğinde Bektaşilik yaşam tarzı ve inancı anlatılmaktadır. Aşağıdaki şiirler incelendiğinde bütün Bektaşî şairlerinin, ariflerinin farklı yüzyıllarda aynı bakış açısına ve aynı tarz algılamaya sahip olduklarını görmekteyiz. Bu da bize Bektaşilik inancının ve uygulama pratiklerinin aslına uygun yaşandığını göstermektedir.
XIV. yüzyılda Hacı Bektaş Veli'nin yol evladı Sait Molla tarafından yazılmış bir nutukta; zahirin bâtından ayrılamayacağını, mana
erleri için yaşam ile ölüm arasında fark olmayacağını, esas olan bâtın olduğunu, âşıkların asıl yönünün bâtın tarafı olduğunu, tam
teslimiyet ile Hakk’tan geleceklere razı olduklarını, kendilerinden bahsetmediklerini, her an Allah’ın huzurunda olduklarını hissederek
yaşadıklarını, hiçlik âlemine yönlendiklerini, en değerli varlıklarının aşk olduğunu, Hakk’ın varlığı ile var olduklarını, ondan gelen esinti ile mutlu olduğunu ifade etmektedir.
Zâhir bâtın bir gerek, birlik eri halinde
Dünya ahret bir adım, aşk erinin yolunda
Zâhirini bırakmış, külli bâtına bakmış
Sıfât-ı aşka akmış, varlığı aşk elinde
Ayrılığın unutmuş, birlik kendüde bitmiş
Varlığını garketmiş, yağmur ile selinde
Kendi; adın ayıtmaz, kendüden kabul etmez
Bileliğin unutmaz, ayruluk yok yolunda
Dirliğin aşka yazar, varlıktan külli bîzar
Yolun yokluğu düzer, yürür yokluk yolunda
Bu âşıklar mezhebi, ayrık söz söyler gibi
Cümle ilmin cevheri, her türlü hallerinde
Sait eydür zi-dirlik, dost ile olsa birlik
Ayrılmaksız bilelik, bulmuş rûzigârında. (Koca, 1999, s. 20)
XV. yüzyılda yaşamış olan Horasan erenlerinden diyebileceğimiz Hamza Baba ise nutkunda şunları belirtmektedir:
Bir vakt ben eglenürem bu mülkde dinlenürem
Müşteriye varuram yine bâzâra geldüm
Etüm kanum iligüm külli ene’l-ḥak söyler
Kimden yüzüm döndürem bugün didâra geldüm
Tamu cennet cehennem korkusın korkar isen
Ana uğrayup geçdüm yine bâzâra geldüm
ʻÂşıkam meydâne dâr bâzârum olda benüm
Ol korkuyı geçüben yine bahâra geldüm
Bir dükkân ṭutup kondum adumı Ḥamza didüm
ʻIşk denizine ṭaldum göze göz kevne geldüm
Aşağıdaki şiirler on altıncı yüzyılda yaşamış olan Bektaşî şairlerinden Hayâlî’ye aittir ve tespitlerimizi doğrulamaktadır.
Cihân ârâ cihân içredir, ârâyı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler
Harâbât ehline dem-i ferdâdan dem urma, gel ey zâhid
Ki, onlar ibn-i vakt olmuş, gam-ı ferdâyı bilmezler. (Koca, 1999, s. 99)
diyerek balıkların denizde yaşadıklarını ama denizi göremediklerini, kâmil insan mertebesine ulaşanların gelecek kaygısından kurtulduklarını anlatır. On yedinci yüzyılda yaşamış olan Bektaşî şairi Bedrî ise,
Fakr-ı hâlde ey dil âbâdî kılan Bektaşîdir
Hırkapûş olmuş velîkin kâm alan Bektaşîdir
Ziynet-i dünyâyı terk idüp abâpûş oldular
Nâr-ı aşkullaha yanup yakılan Bektaşîdir. (Koca, 1999, s. 239)
diyerek Bektaşîlerin her şart altında gönüllerini dolduran ilâhî aşk ile mutlu olduklarını anlatmaktadır. XVIII. yüzyılda Seyyid Alî Sultân
Dergâhı’ndan nasip almış olan Yenibazar’da dergâh açmış olan Bektaşî şairlerinden Gurbî ise;
Bahs-i ilm’e gelicek kıyl ile kaal eyleyemem,
Her ne derlerse desün Hak bu, cidâl eyleyemem.
Ne alandan haberim var, ne satandan haberim,
Kendim idrâk edeliden beri sersem gezerim. (Noyan, 1998, s. 127)
diyerek benzer şeyleri anlatmaktadır. On dokuzuncu yüzyıl şairlerinden Ispartalı Seyrânî bir şiirinde
İlm-i ledün çeküp sekrân olur Bektaşîler
Evvel âhir sırrına seyrân olur Bektaşîler
Lenterânî fehmine İmrân olur Bektaşîler
Şehr-i dilde Tûr-ı Mûsâ kân olur Bektaşîler
Hırka içre ser çeküp pinhân olur Bektaşîler
Sûretâ ehl-i harâbât cân olur Bektaşîler. (Koca, 1999, s. 427)
diyerek Bektaşîlerin ledün ilminin sarhoşu olduklarını, onların dış görünüşlerine bakıp aldanılmamasını hatırlatır. XX. yüzyılda Kâzım Baba bir gazelinde,
Harâbât ehliyiz yahu bu gün biz ibn-i vakt olduk
Yetiştik vahdet-i sırfa kamu envâr ile dolduk
Tecelli eyledi dîdâr ne mâzi var ne istikbâl
Fenâ fillâh olup Hakk’ın cemâl-i pâkini bulduk
Gece gündüz niyâzım var Hüdâ’dan gâfilim sanma
Gönül Kâbe imâmım hak salât-ı dâ’ime uyduk. (Koca, 1999, s. 751)
sözleriyle harabat ehli olduklarını, zamandan ne gelirse ona rıza gösterdiklerini, didara kavuşunca geçmiş ve gelecek korkusundan
kurtulduklarını, gece gündüz Allah’a yakarışta bulunduklarını, bu nedenle her an namazda olduklarını söylemektedir. Yirminci yüzyıl Bektaşî şairlerinden Turgut Koca Halifebaba bir şiirinde
Bende-i aşkın olalı zevk-i cihândan geçtim
Mâsivâdan soyunup nimet-i nândan geçtim
Cebel-i aklı bıraktım reh-i zândan geçtim
Mazhar oldum ebede vakt ü zamandan geçtim
Kalmadı bir hevesim kevn ü mekândan geçtim. (Koca, 2000, s. 132)
mısralarıyla ilâhî aşk ateşi kendisini sarınca dünyanın zevklerinden geçtiğini, dünya nimetlerinin esiri olmaktan, zaman ve mekân kaydından kurtulduğunu anlatmaktadır.
Sadık Abdal’ın da aşağıdaki örneklerde olduğu gibi, benzer düşünceler ve inançları yaşamının merkezine koyduğunu görmekteyiz.
Bu beş günlük safâdan geç bulasın devlet-i dâ’im
Hemân imrûz Hak’ı bul kim bulamazsın anı ferdâ
(Sürekli huzuru bulmak istiyorsan bu beş günlük dünya safasından
vazgeçmelisin
Hemen bugün Hakk’ı bul, onu gelecekte bulamayabilirsin)
Cihânda ehl-i Hak oldur ki esrârın nihân eyler
Olar Hak’dan berîdir bil eden nâ-ehle sırr izhâr
(Cihânda Hakk ehli odur ki, sırlarını gizler.
Onlar Hakk’ın sırlarını ehli olmayana açıklamayanlardır)
Eyâ Sâdık sadef gibi derûnunda nihân eyle
Selâmet sâbir olmakdır dahi hıfz eylemek esrâr
(Ey Sâdık, sadef gibi o asrı içinde sakla.
Kurtuluş sabır iledir ve sırları muhafaza etmektir)
Böylelikle Sadık Abdal’ın Bektaşilik inancında buldukları ile daha sonraki yüzyıllarda gelen Bektaşî babalarının aynı şeylere hayranlık
duyduğu, aynı yaşam tarzını kendilerine rehber ettiklerini görmekteyiz.
Bektaşî sözünün 16. yüzyıldan daha önceleri kullanılmadığı söylenirse de aşağıdaki beyitte Sadık Abdal’ın yücelterek kullandığı görülmektedir.
Ki Bektaşî Hak ile Hak demekdir
Hemân oldur bilirsen sana nâfi. (Gümüşoğlu, 2019, s. 32)
Sadık Abdal’ın aşağıdaki şiirlerinden, Hacı Bektaş Veli zamanında bir sistemin, uygulama pratiğinin kurulduğu, Bektaşiliği bir tarikat olarak gördüğü sonucuna varıyoruz
Ser-â-pa nûr idi ol âlemin bi’l-cümle maksûdu
Penâh-ı ilticâmız ol hem andan dileriz a’vâz
Müşerref hânkâh-ı Ka’be-i ulyâ ale’t-tahkîk
Münevver hem tarîk-i keşti-i Nûh anla bî-enkâz. (Gümüşoğlu, 2019, s. 33)
sözleriyle Hacı Bektaş Veli’nin dergâhının hakiki Kâbe olduğunu, Nuh’un gemisi gibi olan tarikatın yıkılmayacak şekilde nurlandığını anlatmaktadır.
Tarîkat sırrına ermiş iken oldunsa sen âsî
Melâ’ik ins-i kâmiller sana yûf diyeler tevhîf. (Gümüşoğlu, 2019, s. 33)
mısralarıyla bu tarikata girmişken âsilerden olanlara melekler ve kâmil insanlar “yuh” derler diyerek, Bektaşî tarikatının önemini anlatmaktadır.
Her ulüvvi tâc-ı Bektaşî giyerler sâdıkân
Râh-ı Hak’dır ol tarîki andan isterler kirâm. (Gümüşoğlu, 2019, s. 33)
sözleriyle Hacı Bektaş Veli yolunun Hakk’ın yolu olduğunu, sadık ve ulu kişilerin onun tarikatına girip Bektaşî tacını giyerek yüceldiklerini anlatmaktadır.
Ki Bektaşî tarîkinde bana şâh
Fu’âdım buldurup şimdi nümâyân
Hidâyet râhı Bektaşî tarîki
Eder sâlikleri sultân bî-fân. (Gümüşoğlu, 2019, s. 33)
mısralarıyla Sadık Abdal, şâhın lütfuyla Bektaşî tarikatında gönlündeki güzellikleri fark edip tatmin olduğunu, kurtuluş yolunun ise Bektaşî tarikatı olduğunu, ona dahil olanların sultan olacağını bildirmektedir.
Şair, Hacı Bektaş Veli’nin sadık bir bendesi olduğunu aşağıdaki şiirinde belirttiği gibi;
Hacı Bektaş Velî’yi anla bil
Bendesi ol tâ bulasın rif’atı.
diyerek dervişlerin bâtın padişahı olduğunu bildirmektedir. Bu düşünceyi Hacı Bektaş Veli eserinde şu şekilde ifade etmektedir:
Bil ki, dervişlik ezelî bir saadet ve ebedî bir devlettir. Her kim sır sahibi olursa yüce Allah on sekiz bin âlemi kendisine sunar ve on sekiz bin âlem onun emrinde olur. (Hacı Bektaş Veli, 2004, s. 49)
Da’vi kılma ehl-i îmânam deyu
Zâhidâ çün ekl edersin rüşveti. (Gümüşoğlu, 2019, s. 34)
sözleri ile ise yaşamı arasında çelişki gördüğü zahitleri rüşvet yedikleri için eleştirir.
5. Sadık Abdal Divanında Seyyid Ali Sultan
1 Hudâ zâtı birdir o kâ’im Çalab
Anın misli yok bil ehaddir O Rab
2 Görünen kamu şey anındır ebed
Hem ayru degildir kamudan Çalab
3 İder var dahi yok kamuyu tamâm
Kadîr ol Kavîdir Mucîb ol Veheb
4 Ki dâ’im ü kâ’im anı bil müdâm
Ki gayrı fenâdır kamusu harâb
5 Bilinsün cihânda anın kudreti
İder münkalib bil kamusun o Rab
6 Su üzre yaratmış kamu tenleri
Gözün aç fenâdır kamu ten harâb
7 ‘Ayândır dem-â-dem sana hâl-i ten
Su üzre habâbı bilürsen hezeb
8 Kamu rûz zevâlin görürsün ‘ayân
Ziyâsı gider çün ider şeb galeb
9 Sevinmek sonı gam olısar müdâm
Bahârı hazân bil idiser harâb
10 Gözün aç tarîke duhûl it bu dem
Tarîkat visâle bulursun sebeb
11 Gel imdi necî ol fenâdan müdâm
Tarîk-i Velî’de Hakk’ı kıl taleb
12 Ki yek zât velîler kamusu tamâm
Ki dâ’im ü kâ’im velîler veheb
13 O Seyyid Alî’nin makâmında bul
Visâli tamâmen murâd üzre hep [4b]
14 Kamudan velîler demişdir anın
Dürüst hânkâhında erkân heb
15 Alî’dir hemân kendüsi bil o şâh
Denildi Kızıl Deli hem’çün lakab
16 Anın ismi Seyyid Alî bil dürüst
Ki mahsûs ana bil müdâmen galeb
17 Odur feth iden ol Arablar mülkini
Dahi ceyş-i dîve iden ol gazab
18 Dü kevne o gâlib o kudret ısı
Cemîl ü latîfdir ganîdir veheb
19 Melekler anın çâkeri bil müdâm
Felekler mutî’ bil ana rûz [u] şeb
20 Müdâmen elinde anın bil dü kevn
Müsebbib hem oldur kamuya veheb
21 Bu Sâdık kulunu iden var hem ol
Veriser ne kim kılsa Sâdık taleb
22 Fe’ûlün fe’ûlün fe’ûlün fe’ûl
Sezâya murâdın virüver ol veheb [5a]. (Gümüşoğlu, 2019, ss. 62-63)
Sonuç
Sadık Abdal’ın kullandığı dil ve üslup ile şiirlerindeki tasavvufî incelik ve derinlikten yola çıkarak Seyyid Ali Sultan Dergâhının Balkanlar’daki çok önemli bir tekke ve zamanının ilim merkezi olduğu sonucuna varıyoruz. eyyid Ali Sultan Velayetnamesinde bahsedilen kerametlerin, ondan nasip almış olan Sadık Abdal tarafından şiirlerine konu olması, velayetnamelere olan önyargılı, şüpheli bakışlara açıklık getirecek niteliktedir.
Bektaşiliğin on beşinci yüzyılda da tasavvufî bir inanç yapısı olduğu, arif insanların bu şekilde algılayıp yaşamlarına uyguladıkları bir kez daha gözlemlenmektedir. Yüzyıllar geçse de inançların kurallarının yazılı olduğu belgeler günümüze ulaşmasa da, Bektaşiliğin aslından uzaklaşmadığını görmekteyiz. Bektaşi Tarikatının yüzyıllar boyunca farklı coğrafya ve topluluklara yönelik uyguladığı erkânlar, aynı irfanı farklı bir şekilde ifade ettikleri anlamına gelmektedir.
Balım Sultan’dan önce “Bektaşî Tarikatı” sözü yoktu iddialarının ise yanlış olduğu bu eser sayesinde gözler önüne serilmektedir. Hacı Bektaş Veli’nin, Abdal Musa’nın, Kaygusuz Abdal’ın eserlerinin ve yaşamının dergâhlarda okunmakta olduğunu, “Makâlât” adlı eserin Bektaşîler için yol içi eğitimi olduğunu, içinde geçen kavramların XV. yüzyılda da aynı bugünkü şekli ile algılanmakta olduğunu, velayetnamelerdeki hikâyelerin o zaman da aynı şekilde bilindiğini bir kez daha teyit etmektedir. Yukarıda bahsettiğimiz konular açısından Sadık Abdal Divanı, özellikle XV. yüzyıl Bektaşiliği açısından karanlıkta kalmış pek çok konuya cevap verecek nitelikte bir eserdir.
Kaynaklar
Gümüşoğlu, H. D. (2019). Sadık Abdal divanı. Dört Kapı Yayınları.
Hacı Bektaş Velî. (2004). Makalat-ı Gaybiyye, Kelimât-ı Ayniye. Gazi Üniversitesi Hacı Bektaş Araştırma Merkezi Yayınları.
Koca, Ş. (2000). Es-Seyyid Halife Koca Turgut Baba dîvânı. Nazenin Yayıncılık.
Koca, T. (1990). Bektaşî Alevî şairleri ve nefesleri (13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar). Maarif Kitaphanesi ve Matbaası A.Ş.
Noyan, B. (1987). Bektaşîlik ve Alevîlik nedir?. Doğuş Matbaacılık.
Noyan B. (2002). Bütün yönleriyle Bektaşîlik ve Alevilik. Cilt 5, Ardıç Yayınları.
Taşğın, A., & Taşğın, H. (2023). İskân ve teşkilatlanma sürecinde beylikten devlete Kırk Eren Rumeli’de: Orhan Han-Süleyman Paşa ve Seyyit Ali Sultan-Seyyit Rüstem Gazi. İçinde A. Kılıç (Ed.)., Sarı Saltuk’tan Osmanlı’ya dervişlerle yazılan tarih (ss. 1-22).
Trakya Üniversitesi Sarı Saltuk Gazi Uygulama ve Araştırma Merkezi Yayınları.
Yıldırım, R. (2007). Seyyid Ali Sultan velâyetnâmesi. Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Yılmaz, A, (2007). Makâlât-ı Hünkâr Hacı Bektaş Velî. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları